Bir ingiliz fıkrası;
Yaşlı zengin ve ukela bir ingiliz asilzadesi kadın sürekli olarak yaşlı becerikli ve huysuz bahçıvanının işlerine sürekli karışıp dururmuş. Bu duruma artık dayanamayan bahçıvan sinirle "Eşşek" diye asilzade hanımefendisine hakaret eder.
Sinirlenen kadın soluğu mahkemede alır ve Bahçıvanı ettiği hakaretten dolayı dava eder.
Mahkemede hakim bey tarafları dinler,
Davacı Hanımefendi; "Davalı bahçıvan şahsıma Eşşek diyerek hakaret etmiştir hakim bey."
Hakim davalıya sorar; "Doğru mu?"
Davalı Bahçıvan "Evet hakim bey Eşşek dediğim doğru, Peki bu suç mu?"
Hakim bey "Bir hanım efendiye Eşşek demek suçtur ve ayıptır. Derhal hanım efendiden özür dileyiniz!"
Davalı bahçıvan hakime sorar, "Tamam efendim özür dileyeceğim ama Bir eşşeğe hanım efendi demek suç mu?"
Hakim bey "Hayır bunda bir suç yok" der.
Hemen akabinde Bahçıvan Hanım efendiye döner ve "Özür dilerim hanımefendi" der.
4/21/2008
(: - Zafer Akıllının
Mecliste ilk Başkanvekili Yumruklayan Kişi: KAMER GENÇ
Sabah gazetesi yazarı Yavuz Donat'ın aktardığı çok ilginç bilgiler...
Meclis'te ilk başkanvekili yumruklayan vekil ünvanı Kamer Genç'te... Bir zamanlar Kamer Genç yine sözünü dudaktan esirgemeyen bir vekildi. Başkanvekili Hocaoğlu onun için "mazereti var" anlamında "mazur" derdi. Kinlenen Genç, Hocaoğlu'nun odasını basıp yumruğu patlatmıştı.
"Meclis'te yumruk-2008
Bir zamanlar" Kamer Genç "yine" milletvekiliydi.
Adana milletvekili merhum Yılmaz Hocaoğlu da "TBMM Başkan Vekiliydi." Kamer Genç yine "ateşliydi, muhalifti, sözünü dudaktan gözünü budaktan esirgemezdi."
Başkanvekili Hocaoğlu da, Kamer Genç için, TBMM Başkanlık kürsüsünden, "mazur" derdi. Yani "onun mazereti var, hoş görülür, affedilir" anlamında.
Yılmaz Hocaoğlu "aynı sözü" defalarca söylemişti. Ve bir gün TBMM'deki görüşmelere "birkaç dakika ara verilmişti."
Haftalardır "kinlenen" Kamer Genç, TBMM Başkanvekili Hocaoğlu'nun odasını basmıştı:
- Ben "mazurlu" muyum?.. Ne demek "mazurlu?" Yetti be!.
Ve "yumruğu patlatmıştı."
Rüzgar eken fırtına biçer.
Ama siyasette şiddetin, Meclis'te adam dövmenin "çifte standardı" yoktur.
"Dün" Kamer Genç'in, Hocaoğlu'nu dövmesi de "çirkindi."
"Bugün" AK Partililer'in Kamer Genç'in üstüne tekme tokat yürümesi de."
Sabah
* NE EKERSEN ONU BİÇERSİN DEMİŞ CEDDİMİZ ...
* Necip Fazıl ve Nazım Hikmet Diyaloğu
Üstad Necip Fazıl Kısakürek'in, Nazım Hikmet'e yolladığı bir mektupta (11 Nisan 1936 tarihli) aralarında geçen bir konuşmayı lanse eder..
Günlerin birinde Bâbıâlide, Staynburg lokantasında Necip Fazıl ve Nazım Hikmet arasında ilginç bir diyalog geçer;
Necip Fazıl - Gazetelere yazdığın bu fıkraları nasıl yazıyorsun, bu kadar adileşmeye nasıl tahammül ediyorsun?
Nazım Hikmet - Ne yapayım, ekmek paramı kazanıyorum. Başka ne yapabilirim?
Necip Fazıl - Kendinden ve haysiyetinden bu kadar fedakârlık edeceğine niçin potin boyacılığı etmeyi tercih etmiyorsun?
Nazım Hikmet - Potin boyacılığı etsem, bir şey zannederler de beni bu işten menederler.
* Nazım Hikmet'in Unutturulmak İstenen Şiiri '' Ağa Camii ''
Buraya Nazımcıların pek hazzetmediği, kabul etmek istemediği ''Ağa Camii'' şiirini asacağım.
Ağa Camii
Havsalam almıyordu bu hazin hali önce
Ah, ey zavallı cami, seni böyle görünce
Dertli bir çocuk gibi imanıma bağlandım;
Allah'ımın ismini daha çok candan andım.
Ne kadar yabancısın böyle sokaklarda sen!
Böyle sokaklarda ki, anası can verirken,
Işıklı kahvelerde kendi öz evladı var...
Böyle sokaklarda ki, çamurlu kaldırımlar,
En kirlenmiş bayrağın taşıyor gölgesini,
Üstünde orospular yükseltiyor sesini.
Burda bütün gözleri bir siyah el bağlıyor,
Yalnız senin göğsünde büyük ruhun ağlıyor.
Kendi elemim gibi anlıyorum ben bunu,
Anlıyorum bu yerde azap çeken ruhunu
Bu imansız muhitte öyle yalnızsın ki sen
Bir teselli bulurdun ruhumu görebilsen!
Ey bu caminin ruhu: Bize mucize göster
Mukaddes huzurunda el bağlamayan bu yer
Bir gün harap olmazsa Türkün kılıç kınıyla,
Baştan başa tutuşsun göklerin yangınıyla!
Nazım Hikmet Ran
Ağa Camii, İstiklal Caddesinden Galatasaray'a doğru inerken sağ tarafta kalır ve her Galatasaraya doğru indiğimde Nazım-ın bu şiiri aklıma gelir. Yazılış tarihi yanılmıyorsam 1921, yanlış da olabilir.
Ve, ömrünün son demlerinde 'doğru yol'u bulabilmiş olan Nazım Hikmet'in o dönemde yazdığı şiirlerden biri;
Mevlana
Silindi gönülden acı
Kalbe muhabette buldum
ilacı
Ben de müridinim işte
Mevlana.
Ebede set çeken zulmeti
deldim
Aşkı içten duydum, arşa
yükseldim
Kalpten temizlendim, huzura
geldim
Ben de Müridinim işte
Mevlana.
Nazım Hikmet
4/20/2008
II. Abdülhamid Suikastı (Yıldız Suikastı)
1905 yılının 21 temmuzuydu. Padişah II. Abdülhamid'e Yıldız camisindeki cuma selâmlığından çıkmış, arabasına doğru ilerliyordu. Her zamanki gibi, caminin merdivenlerinden inecek ve dört yüz metre ileride bekleyen arabasına binecekti. Fakat bu sefer ufak bir gecikme olmuştu. Şeyhülislâm Cemalettin Efendi, Abdülhamid’in yolunu kesmiş, bazı konularda bilgi istemişti.
Padişah II. Abdülhamid'le Şeyhülislâm Cemalettin Efendi arasındaki konuşma oldukça uzamıştı. Tam bu sırada korkunç bir patlama duyulmuş, arkasından araba parçaları ve insan kol ve bacakları dört bir yana savrulmaya başlamıştı. Padişahın yanında bulunanlar korkuyla kaçışıyor, canlarını kurtarmak için sığınacak yer arıyorlardı. O kadar kalabalığın arasında kılını kıpırdatmayan, yüzünde en ufak bir heyecan ve korku izi görülmeyen tek bir kişi vardı: Korkaklıkla suçlanan, II. Abdülhamid..
Ortada heykel gibi kıpırdamadan duruyordu. Yaverlerinden Miralay Sadık Bey korku ve telâştan kılıcını yere düşürmüş. Miralay Süleyman Şefik Bey de apoletini kaybetmişti. Çevresindekilerin can kaygısına düşüp çil yavrusu gibi dağılmaları, II. Abdülhamid’i çok kızdırmış ve olaydan sonra yaveri için :
"Kılıcını düşüren yaveri maiyetimde görmek istemem, Trablus'a sürgün gidecek!.." emrini vermişti. Tehlike savuştuktan sonra, sığındıkları yerlerden çıkanlara Padişah şunları söylemişti:
Ve sükunetle arabasına binip, dizginleride eline alıp saraya doğru yönelmiştir.
Doğu Anadolu'da bağımsız bir Ermenistan kurmaya çalışan Ermeni Komitacıları karşılarında en büyük engel olarak gördükleri Padişah II. Sultan Abdülhamid'i öldürmek istemişlerdi. Kendileri bu işte yeteri kadar tecrübeli olmadıklarından, Avrupa ve Rusya'daki uluslararası anarşistlerle ilişki kurmuşlar, onlardan Abdülhamit'in öldürülmesi konusunda yardım ve destek sağlamışlardı.
Bu iş için özel olarak İstanbul’a gelenlerden biri de Belçikalı ünlü anarşist Edvard Jorris'ti. O dönemde anarşizm bütün dünyayı sarmış, suikasta uğramayan hükümdar ya da cumhurbaşkanı hemen hemen kalmamıştı. Şimdi sıra II. Abdülhamid'teydi. Edvard Jorris, göze çarpmamak için Singer şirketine memur olarak girmiş, Padişah'ın cuma selâmlıklarını büyük bir dikkatle izlemeye başlamıştı. Abdülhamid, cuma günleri Yıldız camisinden çıktıktan sonra, 1 dakika 42 saniyede arabasının yanına gidiyordu. Birkaç cuma selâmlığını gözleyen Jorris, bu sürenin hiç değişmediğini. Padişahın bir saat düzeni içinde bu yolu, daima 1 dakika 42 saniyede aldığını görmüştü.
Suikastı hazırlayan örgüt oldukça genişti. Jorris'ten başka, Rusya'dan gelen Kristofor Mikaelyan ve kızı olarak tanıttığı Robina, Hacı Nişan Minasyan, Mıgırdıç Serkis Garibyan, Karabet Ohanesyan, Vahram Sabun Kendiryan, Silviyoriçi, Sari Torkom, Trase Yuvanoviç bu örgütün belli başlı üyeleriydiler.
Hazırlanan plana göre, Yıldız camisi önünde bomba çatlatılıp II. Abdülhamid öldürüldükten sonra, Galata Köprüsü, Tünel, yabancı banka ve kurumlar havaya uçurulacak, yabancı devletlerin işe karışmaları sağlanacaktı. Filibe şehrinde Ermeni Komitacıları büyük bir toplantı yapmışlar, bu toplantıya Slav ve Siyonist örgütleri de katılmıştı. Pro Armenia gazetesi başyazarı Pirkiyar da bu toplantıda bulunanlar arasındaydı. Yapılan görüşmeler sonunda plan hazırlanmış ve II. Abdülhamid'in Yıldız camisinden çıkarken öldürülmesi kararlaştırılmıştı.
Gerçek adı Kristofor Mikaelyan olan fakat Samuel Fayn takma adiyle dolaşan Rus Ermenisi, Viyana'da Neseldorfer Wagenbefcu Fabriks Geselschaft firmasına bir fayton yaptırmış ve bunu parça parça Türkiye'ye sokmuşlardı. Deniz yoluyla gelen faytonun parçalarını İstanbul’da komitenin adamı Silviyoriçi alıyor, muayenesiz geçmesi için de gümrük memurlarına para yediriyordu.
İçine patlayıcı madde yerleştirilecek biçimde yaptırılan bu araba, bir araya getirildikten sonra, Şişli dışında denenmiş, amaca uygun bulunmuştu. Faytona 80 kilo patlayıcı maddeyle 20 kilo demir parçası konmuş, arabaya koşulacak atlar da, o dönemin ünlü tiyatrocularından "Kel" Hasan Efendi’den satın alınmıştı. "Machine İnfernale-Cehennem Makinesi" adı verilen ve bombayı istenilen zamanda patlatacak olan araç, Fransa'dan getirtilmişti. Bütün bunlar tamamlandıktan sonra, 21 Temmuz 1905 cuma günü fayton, Abdülhamid'in dört at koşulu arabasının yanına bırakılmış, Padişahın camiden dışarıya çıkması beklenmeye başlanmıştı.
Abdülhamit, caminin kapısında görününce Kristofor Mikaelyan ve kızı olarak tanıttığı Robina, Cehennem Makinesini çalıştırarak, bomba 1 dakika 42 saniye sonra patlayacak duruma getirilmişti. Fakat Padişah, kapı önünde Şeyhülislâm Cemalettin Efendi'yle konuşmaya dalınca, süre dolmuş, Abdülhamit ölümden kurtulmuştu. Suikast amacını gerçekleştirememişti ama, tam 26 kişi ölmüş, 58 kişi de yaralanmıştı. Ayrıca, 17 arabayla 20 at da parçalanmıştı. Cehennem Makinesi'ni çalıştırdıktan sonra kaçamayan Kristifor Mikaelyan da ölüler arasındaydı.
Suikastçılardan birçoğu yabancı pasaport taşıdıklarından yurt dışına kaçmışlardı. Fakat Edvard Jorris yakalanmıştı. Arabanın parçaları arasında bulunan Neseldorfer kelimesiyle 11123 rakamı, olayın aydınlanmasını sağlamış, konuşmamakta direnen Edvard Jorris de her şeyin ortaya çıktığını görünce, bütün bildiklerini anlatmıştı. Suikastçılardan Hacı Nişan Minasyan, sorgusu sırasında gittiği yüznumarada, teneke ibrikle bilek damarlarını ve karnını yırtarak intihar etmiş, geri kalanlar idam cezasına çarptırılmışlardı.
Ulu Hakan Abdülhamid, Edvard Jorris'i bağışlamış, ayrıca kendisine 500 altın vermişti. Jorris, daha sonraları Avrupa'da Abdülhamid'in bir ajanı olarak çalışmış, saraya önemli raporlar göndermiştir.
Abdülhamid'in Ermeni Komitacıları tarafından öldürülememesi, nedense Tevfik Fikret'i pek üzmüş ve bu üzüntüsünü "Bir Lâhza-i Ta'ahhur - Bir anlık duraklama" adlı şiirinde şu mısralarla belirtmişti :
"Ey şanlı avcı, damını bihûde kurmadın.
Attın fakat yazık ki, yazıklar ki, vurmadın"
* Dünya'da İlk Standart Kanunu
DÜnya'da İlk Standart Kanun
Kanunname-i İhtisab-ı Bursa (Bursa Belediyesi Kanunu), dünyanın ilk standart kanunudur. Sulan II. Bayezid zamanında, 1502 yılında yürürlüğe giren kanun o günün ilk, bugünün hala eskimemiş kanunudur.
Bu fermanda; hayvan ürünleri, türlü sebze-meyve, tuz, ekmek, sanayi ürünleri, tekstil ürünleri, tarım-tahıl ürünleri, orman ürünleri, deri ürünlerinin satışları, konulacak fiyatlar ve kaliteleri bir standarda bağlanmıştır.
Bu standartlardan bazılar şunlardır :
Çörekler :
Ekmek ağırlığının yarısı olup ak undan olacak ve unun bir kilesine bir okka (400 dirhem) yağ konulacak.
Meyvalar :
Kaplı (yeşil kabuklu) fındığın kaplı olarak bir okkası, bir akçeye olacak. Kapsızın 200 dirhemi, bir akçeye olacak ve mevsimi geçtikten sonra 125 dirhemi, bir akçeye olacaktır.
Sebzeler :
Aş kabağına (taze kabak) 3 gün narh olmayacak. Üç günden sonra üç okka, bir akçeye olacak. Haftasında 4 okka, ikinci haftasında 5 okka, üçüncü haftasında 6 okka, dördüncü haftada 8 okka, bir akçeye olacak.
Kuyumcular :
Kullanılan gümüş 80 ayardan düşük olmayacak. Altının miskali de 60 akçelikten aşağı olmayacak.
* Osmanli İmparatorluğu Topraklarında Kurulan Ülkeler
Avrupa
1. Türkiye
2. Bulgaristan (545 yıl)
3. Yunanistan (400 yıl)
4. Sırbistan (539 yıl)
5. Karadağ (539 yıl)
6. Bosna-Hersek (539 yıl)
7. Hırvatistan (539 yıl)
8. Makedonya (539 yıl)
9. Slovenya (250 yıl)
10. Romanya (490 yıl)
11. Slovakya (20 yıl) Osmanlıdaki adı:Uyvar
12. Macaristan (160 yıl)
13. Moldova (490 yıl)
14. Ukrayna (308 yıl)
15. Azerbaycan (25 yıl)
16. Gürcistan (400 yıl)
17. Ermenistan (20 yıl)
18. Güney Kıbrıs (293 yıl)
19. Kuzey Kıbrıs (293 yıl)
20. Rusya'nın güney toprakları (291 yıl)
21. Polonya (25 yıl) -himaye- Osmanlıdaki adi: Lehistan
22. İtalya'nın güneydoğu kıyıları (20 yıl)
23. Arnavutluk (435 yıl)
24. Belarus (25 yıl) -himaye-
25. Litvanya (25 yıl) -himaye-
26. Letonya (25 yıl) -himaye-
27. Kosova (539 yıl)
28. Voyvodina (166 yıl) Osmanlıdaki adi: Banat Asya
Asya
29. Irak (402 yıl)
30. Suriye (402 yıl)
31. İsrail (402 yıl)
32. Filistin (402 yıl)
33. Ürdün (402 yıl)
34. Suudi Arabistan (399 yıl)-Ecdat Mekke ve Medine'ye hizmet etmiştir-
35. Yemen (401 yıl)
36. Umman (400 yıl)
37. Birleşik Arap Emirlikleri (400 yıl)
38. Katar (400 yıl)
39. Bahreyn (400 yıl)
40. Kuveyt (381 yıl)
41. İranın batı toprakları (30 yıl)
42.Lübnan (402 yıl)
Afrika
43. Mısır (397 yıl)
44. Libya (394 yıl) Osmanlıdaki adi:Trablusgarp
45. Tunus (308 yıl)
46. Cezayir (313 yıl)
47. Sudan (397 yıl) Osmanlıdaki adi: Nubye
48. Eritre (350 yıl) Osmanlıdaki adi: Habeş
49. Cibuti (350 yıl)
50. Somali (350 yıl) Osmanlıdaki adi: Zeyla
51. Kenya sahilleri (350 yıl)
52. Tanzanya sahilleri (250 yıl)
53. Çad'ın kuzey bölgeleri (313 yıl) Osmanlıdaki adı: Resade
54. Nijer'in bir kısmı (300 yıl) Osmanlıdaki adi: Kavar
55. Mozambik' in kuzey toprakları (150 yıl)
56. Fas (50 yıl) -himaye-
57. Batı Sahra (50 yıl) -himaye-
58. Moritanya (50 yıl) -himaye-
59. Mali (300 yil) Osmanlıdaki adı: Gat kazası
60. Senegal (300 yıl)
61. Gambiya (300 yıl)
62. Gine Bissau (300 yıl)
63. Gine (300 yıl)
64. Etiyopya'nın bir kısmı (350 yıl)
* Üstad Necip Fazıl'ın Alicenaplığı ...
Bir keresinde adamın teki [Nazım Hikmet] Üstad Necip Fazıl'ı sakallı hali ile görür.Amacı ise üstadı kızdırmaktır.
Üstadın yanına gelip sinsi bir şekilde ;
- Beyim bu ne hal maymuna dönmüşsün" der...
Üstad ise kendini hiç kasmaz ve yüzünü duvara döner;
- "Şimdi de duvara döndüm" der...
* Siz Baytar mısınız ?
Mehmed Akif'in katıldığı panelde her soruya şaşırılacak derecede hoş cevaplar vermesi üzerine gençlerinden biri, Mehmed Akif'i küçük düşürmek için:
-Affedersiniz, demiş. Siz baytar mısınız?
'Mehmed Akif', hiç istifini bozmadan şu cevabı verir:
-Evet, bir yeriniz mi ağrıyordu?
* Kiralık Daire!...
Bazı büyük adamların ölümlerinden sonra yaşadıkları evlerin üzerine birebirinden farklı ifadelerin yer aldığı levhalar asılırmış.
İşte böylesine bir konunun konuşulduğu bir toplantıda Şair Florinalı Nazım, Süleyman Nazif'e sormuş:
" Üstad! Sizce ben öldükten sonra evimin kapısının üstüne ne yazarlar? "
Soruya muhatap olan Süleyman Nâzif, şu cevabı vermiş:
"Kiralık daire!..."
4/14/2008
* VAHDEDDİN'İN İTALYA KRALI'NA CEVABI
Saraydan, kendine ait olmayan bir iğne dahi almadan ayrıldıktan sonra çok zor günler geçiren Sultan Vahdettin Mekke’de bir süre kaldıktan sonra İtalya’nın San Remo şehrine giderek vefatına kadar orada kaldı. Şehzadelik günlerinden tanıştığı devrin İtalya Kralı, Sultan Mehmed Vahidüddin’e istediği bir köşkte oturabileceğini bildirdi. Ancak aldığı cevap çok netti:
"Haşmetli Kral Hazretlerine şükranlarımızı arz ederiz. Gösterdikleri incelik ve civanmertliğe hayranım. Fakat taşıdığım ‘Müslümanların Halifesi’ ünvanı böyle bir yardımı kabul etmeye engeldir."
Oysa çok zor günler geçiriyor, bazı geceler aç bile kaldığı oluyordu. Ancak Sultan Mehmed Vahidüddin, bu durum da bile kendi durumunu düşünmüyor, ziyaretine gelen herkese Türkiye’de neler olup bittiğini soruyordu. Aldığı güzel haberlerden sonra verdiği cevap her zaman aynıydı:
"Saray ve saltanat yıkılmış ne çıkar, vatan ve millet kurtuldu ya."
* Sen Bu Devleti Tanıyamamışsın !
İnebahtı mağlubiyeti, Akdeniz'de birçok ada ve sahillere sahip olan Osmanlı Devleti'nin donanmasının mühim bir kısmının kaybına sebep olmuştu. Yeni Kaptan-ı Derya Kılıç Ali Paşa, Haçlı donanmasının herhangi bir taarruz ihtimalinden dolayı çok telaş ediyordu. Kış mevsimi boyunca bütün Osmanlı tersaneleri gemi inşasıyla meşguldü. Kılıç ali Paşa, leventlikten yetişme olup devletin esas teşkilatını bilmediğinden her zaman Vezir-i Azam Sokullu Mehmed Paşa'ya:
"Tekne inşa etmek mümkündür, fakat mesela iki yüz gemiye beş altı yüz lenger ( gemi demiri ), palamar (halat) ve ip ve her gemiye yelken ve sairenin tedarikine imkan yoktur." dermiş. Sokullu, Kaptan Paşa'ya:
"Paşa hazretleri, sen henüz bu Devlet-i Aliyye'yi tanıyamamışsın. Böyle itikat eyle; bu devlet ol devlettir ki murad edinirse cümle donanmanın lengerlerini gümüşten, resenlerini ( iplerini ) ibrişimden, yelkenlerini atlastan etmekte zorluk çekmez. Hangi geminin halatını ve yelkenini yetiştiremezsen benden al." deyince, Kılıç Ali Paşa hemen Sokullu'nun elini öpmüş ve:
" Hakikaten bildim ki donanmayı siz tekmil edeceksiniz." demiştir.
İşte bu mükemmel teşkilat ve gayret sayesinde beş buçuk ay zarfında her şey hazırlanarak iki yüzden fazla kadırga ve mavuna, donanmış olarak ilkbahardan evvel Kaptan Paşa'nın emrine verilmiştir.
4/09/2008
* Yavuz Sultan ve Şeyhülislam Zembilli
Heybetiyle cihan Padişahlarini ürküten, dünyayi iki hükümdara dar bulan, fermanlariyla yürekleri titreten Yavuz Sultan Selim, bir İslam alimi önünde boyun bükmüş, Allah huzurunda hesap verememe endişesiyle kendi fermanini yirtmiş ve bu olayin ders olmasi için dilden dile aktarilmiştir…
Bu ibret alınacak hadisenin içeriği şöyle hikayeleştirilir…
Yavuz Sultan Selim Edirne'ye gidiyordu.
Belli bir yere kadar padişahı yolcu ettikten sonra geri dönerken, devrin müftüsü Zembilli Ali Efendi, elleri arkasına bağlanmış 400 kişiye rastladı.Bunlar padişahın ipek ticaretini yasaklamasına rağmen ferman dinlemeyen tüccarlar olup, hepsi de idama mahkum edilmişti.
Bunu duyan müftü efendi atını geri çevirip sürdü.
Padişahın arkasından yetişti, her ikisi de at üzerindeydi.
Zembilli söze başlayıp dedi ki:
"Padişahım! Gördüm ki bazı adamlar bağlamışlar…
Eğer muradınız katl ise indallah helal değildir.
"Yavuz Selim Han işine müdahale edilmesine çok sinirlendi, beti - benzi attı.
"Mevlana! Nizam-ı Alem için insanların üçte birini katletmek helâl değil midir?" diye sordu.
Müftü efendi:
"Helaldir amma, cihanın işleri bozulup, fitneler çıktığı zaman helâldir" diye karşilik verdi.
Yavuz daha çok öfkelenerek, kendi emrine muhalefet etmenin en büyük fitne olduğunu söylediyse de şeyh-ül İslam, meselenin hiç te öyle olmadığını izaha çalıştı.
Bu ısrar Yavuz'u sakinleştirecegi yerde büsbütün celallendirdi ve:
-"Ben sana dedim ya, saltanat işlerine karişmak senin vazifen degildir !" diye çıkıştı.
Zembilli Ali efendi de asabileşmişti:
-"Sultanım, bu ahiret işidir. Buna karışmak benim vazifemdir. Eğer affederseniz, kurtulursunuz.
Aksi halde büyük bir ilahi cezaya müstahak olursunuz" diyerek selam bile vermeden padişahın huzurundan ayrıldı.
Sultan Selim bir müddet olduğu yerde kalıp, düşünceye daldı.
Devlet erkanı, atlarının üstünde hayret ve dehşet içinde bekleşiyordu.Yavuz Sultan, suçluların hepsini bağışladı.
Sonrada Şeyh-ül Islam Zembilliye bir mektup göndererek:
-"Anadolu ve Rumeli kazaskerliğini birleştirip, sana verdim.Bildim ki cümle sözünde hak üzeresin" dedi.Zembilli Ali efendi özür beyan ederek, bu büyük makam ve mansıbı kabul etmediğini bildirdi.
Zira Zembilli gibi büyük alimler için ilim rütbesinin üzerinde bir başka makam yoktu.
Yavuz Sultan Selim gibi büyük sultanların korkacağı yegane divan da ilahi adalet divanıydı.
Türk'ün Bulduğu İLK'ler
İlk kağıt fabrikasını kuran alim İbni Fazıl
• Kızamık ve çiçek hastalığını keşfeden; alim Razi
• Mikrobu ilk tanımlayan alim Akşemseddin
• Cüzzamı bulan alim... İbni Cessar
• Vebanın bulaşıcı olduğunu bulan alim İbni Hatip
• Verem mikrobunu bulan alim Kambur Vesîm
• Retina tabakasını bulan alim İbni Rüşd
• İlk göz ameliyatını yapan alim Ammar
• İlk kanser ameliyatını yapan alim Ali bin Abbas
• Küçük kan dolaşımını bulan alim İbnünnefis
• İlk Tabipler odası başkanı Ali bin Rıdvan
• Sıfırı ilk kullanan alim Harizmi
• Trigonometriyi ilk bulan alim Battani
• Tanjant, kotanjant ve kosekantı ilk kullanan alim Ebul Vefa
• Trigonometri kitabını yazan alim Nasiruddin Tusi
• İlk trigonometrik dönüşüm formülünü bulan alim İbni Yunus
• Binom formülünü ilk bulan alim Ömer Hayyam
• İlk difransiyel kitabını yazan alim. Sabit bin Kura
• Ondalık kesiri ilk bulan alim Gıyaseddin Cemşid
• İlk usturlabı yapan alim Zerkali
• Dünyanın döndüğünü keşfeden ilk alim Biruni
• Dünyanın çevresini ilk ölçen alim Musa kardeşler
• Güneşin yüzündeki lekeleri ilk bulan alim Fergani
• Yıldızların yer ve açıklıklarını ölçen ve ilk cetveli geliştiren alim Cabir bin Eflah
• İlk otomatik kontrol sistemleri tasarlayan alim Ahmet bin Musa
• Sibernetiği ilk kuran alim İsmail-El Gezeri
• İlk optik temellerini koyan alim İbni Heysem
• Sesin.fiziki açıklamasını ilk yapan alim Farabi
• İlk torna tezgahını yapan alim İbni Karara • Kanatlarla uçan ilk alim Hazerfen Ahmed Çelebi
• İlk uçağı yapan alim Ebu Firnas
• Yer çekimini ilk bulan alim Razi
• Sarkaçlı saati ilk yapan alim İbni Yunus
• Maddelerin özgül ağırlığını ilk hesaplayan alim Hazini
• Atomun parçalanabileceğim ilk bulan alim Cabir bin Hayan
• Gök kuşağını ilk açıklayan alim Kutbettin Şirazi
• İlk kimya laboratuarını kuran alim Cabir
• Saf alkolü ilk elde eden alim Razi
• Fosforu ilk bulan alim Beşir
• Havan topunu ilk bulan alim Fatih Sultan Mehmed
Not: Adı geçen kişi ve kurumların hepsi Türk'tür ! ...
• İlk kıta seyahatnamesini yazan alim İbni Battuta
• İlk dünya haritasını çizen alim Mürsiyeli İbrahim
• İlk ecza kitabını yazan alim İbni Baytar
4/05/2008
* PEKİ NASIL BRE? ..
Yavuz Selim Han ve canyoldaşı Hasan Can,Mısır seferine çıkacakları gün kayıkla Üsküdar’a geçerler. Nedendir bilinmez Sultan, yoldaşına takılır:
- "Hasan Can kahvaltı yaptın mı?"
Hasan Can cevap verir:-
"Evet sultanım!"
- "Yumurta seversin değil mi?"
- "Evet sultanım!"
Aradan yıllar geçer. Yollar, muharebeler, insanlar, şehirler... Nihayet Mısır seferi biter, ve İstanbul’a gelirler. Şimdi yine sandaldadırlar. Ama bu kez yönleri Sarayburnu’nadır. Sultan ansızın Hasan Can’a döner:
- " Peki Nasıl bre?"
Cevap ışık hızıyla gelir:
- "Rafadan sultanım!"
Birlikte düşünmek, beraber hissetmek... ‘Hemhâl olmak’ denilen şey bu olsa gerek.
--
Hasan Can Hazretleri Bursa Yeşil Türbe haziresinde medfûndur.
--
* BEN BU ŞİİRİ BİLİYORUM....
Yavuz Sultan Selim Han zamanında bir şâir yeni yazdığı şiirini pek beğenmiş ve sultana okumak dilemiş.
Tabii o zamanlar gerçek sanatkâra çok kıymet verildiği için, kısa zamanda huzura kabul edilmiş. Selim Han´ın yanında Hasan Can ve diğer vezirler de varmış. Şâir zât, heyecandan sesi titreyerek şiirini okumuş bitirmiş, sonra da pâdişaha bakmış.
Yavuz Selim Han hiç tereddüt etmeden :
- "Ama ben bu şiiri biliyorum."
Deyince, adamcağız şaşırmış;
- "Nasıl olur efendim, bu şiiri ben yazdım ve ilk defâ burada okuyorum." Pâdişah - "İstersen bir de ben okuyayım" demiş - "Siz bilirsiniz." Selim Han gerçekten teklemeksizin adamın az evvel okuduğu şiirin aynısını okumuş.Adam şaşkınlıklar içindeyken bu sefer Hasan Can atılmış:
- "Bu şiiri ben de biliyorum sultanım. Destur verirseniz ben de okuyayım." O da okumuş. Sonra hemen yanındaki vezir ve diğerleri de sırayla okumuşlar.
Böylece huzurda şiiri okuyan on kişi çıkmış. Şâir ne yapacağını şaşırmış;
- "Nasıl oluyor anlayamıyorum efendim. Ama bu şiiri gerçekten ben yazdım" diye kendini savunmaya çalışmış. Neyse ki sonradan gerçeği anlatıp, adamcağızın gönlünü almışlar.
Pâdişah´ın duyduğunu bir seferde ezberlediğini, Hasan Can´ın ve diğerlerinin de sırayla artan sayılarda ezberleyebildiklerini söylemişler. Böylece şâir de rahatlamış ve gönlünün isteğinin hayli fazla altınla ödüllendirilmiştir ..."
* FATİH'İN DİLENCİ KARDEŞİ
Taşköprülüzâde Mehmed Kemâlüddin Efendi’nin (Tuhfetü-l Ahbab) yâhut “Târih-i Sâf” adındaki eserinin birinci cüzünün 1287 İstanbul tab’ının 57-58. sayfalarında Fatih Sultan Mehmed’in hazır cevaplığını gösteren çok hoş bir menkıbe nakledilir: Hem kıssa, hem hisse sayılabilecek olan bu tatlı menkıbeye göre İstanbul Fâtih Sultan Mehmet bir gün atına binip ava çıkarken, karşısına bir dilenci çıkar: Fatih de cebinden bir altın çıkarıp verir, bir altını az gören dilenci:
— Padişahım, ben senin kardeşin olduğum halde nasıl oluyor da sen bana tek bir altın verirsin? Şu hareketin insâfa sığar mı?
Diye feryâd ve figâna başlamış! Bunun üzerine Sultan Fâtih atının dizginini çekip durmuş ve dilenciyi yanına çağırıp sormuş:
— Bu ne söz böyle. Sen benim kardeşim olduğunu nasıl iddiâ edebilirsin?
Dilenci de hemen cevabını dayamış:
— Nasıl olur da sen benim kardeşim olduğunu bilmezsin? Hiç öyle şey olur mu?
Fatih Sultan Mehmed, kardeşliğin sırrını öğrenmekte ısrâr edince, nihâyet cesur dilenciden şu cevâbı almış:
— Padişahım, ikimiz de Âdem babamızın oğulları değil miyiz?
Bu cevaptan çok hoşlanan Sultan da şöyle mukâbele etmiş:
— Eğer öteki kardeşlerimiz de haber alacak olurlarsa, senin hissene bu bir altın bile düşmez! Bununla beraber, bu nükte çok hoşuna gittiği için, cömert Sultan dilenci kardeşine ihsanda bulunmuş ve ''ufuk hakimiyeti''ne devam etmiştir ...
* Şeyhülislam'ın Gayrimüslim Halkın Hakkını Savunması ...
Nitekim dediği yapılmış. Şaşıracaksınız belki ama sıkıyönetim ilan olunduğu için kimsenin sesini çıkaramadığı bu kritik anda "Hakkın sesi"ni şehrin müftüsü çınlatmış ve "hiddetinden Tur dağı gibi parlamıştır. Müftü, gayrimüslimlerin hukukunu savunmuş ve Paşa'nın ancak Müslümanların malına el koyabileceğini, "zımmî"nin, yani Müslüman olmayanların malının haram olduğunu haykırmıştır.
(Bkz. İkbal'in "Bang-ı Derâ" adlı kitabındaki "Edirne Kuşatması" başlıklı şiir.)
* Bazi Ülkelerin Ders Kitaplarinda Türkler
A.B.D.
Öğretmen Eğitimi Tarih – Sosyal Bilimler Kitabında;
1894-1896 yılları arasında Sultan Abdülhamit 100 binden fazla Ermeniyi katletti. Ermeniler Türklerin yayılmacı Pantürkizm planının önünde engeldi. Bu nedenle Türk yöneticiler onlardan kurtulmaya karar verdiler.
Ermeni Soykırımı Nasıl Gerçekleştirildi?
-Türk Ordusundaki Ermeni askerlerin silahları alındı, zor işler verildi ve daha sonra öldürüldü. Ermenilerin eğitim, siyaset, din ve kültür liderleri tutuklandı ve öldürüldü.-İmparatorluk dahilinde yerel yetkililere, Ermeni nüfusa karşı nefret uyandırmalarını emreden talimatlar gönderildi.-Kadın, çocuk ve yaşlılar tehcir bahanesiyle çöle ölüm yürüyüşüne gönderildi. Ermeni nüfusun bütün mallarına ve zenginliklerine Türkler el koydu.-Bazı durumlarda, eğer Ermeniler Hristiyanlığı reddedip İslamı kabul eder ve Türk olduklarını söylerlerse hayatlarını kurtarabiliyorlardı. Ermeni soykırımının amacı Osmanlı İmparatorluğunun içindeki Ermenileri yok etmekti.-Ermeni soykırımı Yahudi soykırımının öncüsüdür.-1909 yılında Kilikya bölgesinde 30 bin Ermeni katledildi. 1915-1922 yılları arasında 1.5 milyon Ermeni öldürüldü; 500 bini de sürgüne gönderildi.-Tehcir sırasında savunmasız kadınlar ve çocuklar Suriye Çöllerinde haftalarca yürümeye zorlandı; tecavüz ve işkenceye maruz kaldı. Binlercesi zorla Türk ve Kürt evlerinde ve haremlerinde alıkonuldu.
Aşağıdaki bilgilerin ışığında diğer soykırım örneklerini tanımlayınız.-Osmanlı İmparatorluğu liderleri tarafından Ermenilere-SSCB’de Stalin tarafından köylülere, memurlara ve askerlere-Kamboçya’da Pol Pot yönetimi tarafından halka-Ruanda’da Hutular tarafından Tutsi azınlığa
RUSYA FEDERASYONU
İlköğretim Tarih Kitaplarında;
1875’in yazında Bosna-Hersek’te çıkan ayaklanma şiddetle bastırıldı. 1876’da Bulgaristan’da Osmanlı boyunduruğuna karşı bir ayaklanma çıktı ve Sırbistan ve Karadağ Osmanlıya savaş açarak Bulgar halkına yardıma koştular. Ancak az sayıdaki eğitimsiz ordu bozguna uğradı.Türk idaresinin yaptığı kanlı katliamlar Rus toplumunda infial yarattı. Kamuoyunda Yugoslav halklarının korunması fikri yayılmaya başladı. Yönetimin resmi yasaklarına karşı çoğunluğu subay olan binlerce gönüllü Sırp Ordusuna katıldı.
Haritanın lejandında dört numaralı madde Kilikya Ermeni Devletini göstermektedir.
Bölünmüş Bulgaristan, Sultan’ın düzenli ordusu için kolay lokma oldu. Daha sonra Sultan I nci Murat ordularını Sırbistan’a sürdü. 1389’da, LAZAR komutasındaki sayıca çok üstün Sırp Ordusu, Kosova Ovası’nda, kahramanca savaşıp düşmanı kıstırdılar.
Fakat Prensin en yakın adamlarından biri Murat ile haince anlaşarak savaşın en önemli anında 12 bin askerini savaş alanından çekince, sarsılan Sırp Ordusu geri çekilmek durumunda kaldı.
Prens LAZAR’ın akrabası Miloş OBİLİÇ kasten esir düşerek Sultan’a götürülmeyi talep etti. Kahraman Sırp, Hükümdar ile karşılaştığı anda hançer ile Murat’ı vurdu. OBİLİÇ’İ hemen orada parçaladılar. Komutayı alan yeni Sultan öç almak üzere tüm esirlerin ve Prens LAZAR’ın katledilmesi emrini verdi.
Fatih, 200 bin kişilik ordu, 125 parçalık donanma ve yarım tonluk gülle atan devasa toplarla taarruza geçip şehri fethetti. İmparator 11 nci Konstantin elinde kılıcıyla öldü. Sultan; şehrin, surların, binaların kendisine ait olduğunu söyleyerek bunların dışındaki herşeyi yağma için askerlerine bıraktı. Üç gün süren yağmadan sonra ganimet ve kölelerden zengin olmamış bir tek asker kalmadı. Bizans Ordusu yok olmuş, ahalinin çoğu ölmüştü. Şehir İstanbul olarak adlandırılıp başkent oldu. Türkler tarafından bir çok Ortadoks kilisesi yıkıldı. Ayasofya ise camiye çevrildi.
Kemal, iktidarda güçlenince diktatörlüğünü kurdu. Demokratik ve kominist organizasyonları dağıtıp reformlara girişti. Türkiye’de Cumhuriyeti ilan edildi, ruhani dünya sekülarize edildi.
Güçlükler ekonomi ile sınırlı değildi. Çözümsüz bir çok sorun arasında Kürt sorununa dikkat etmek gerekmektedir. Lozan Antlaşması’na göre Kürtlerin yaşadıkları yerler Türkiye, İran, Irak ve Suriye sınırları dahilinde bölünmüştü.
60’lı yıllarda kurulmuş olan Kürdistan İşçi Partisi 1984 yılında Kürtlerin yaşadıkları bu dört ülkedeki topraklarda bir Kürdistan devleti kurmak amacıyla silahlı mücadeleye girişti. Ülkenin Güneydoğu Bölgesi’nde *** savaşçıları ile Türk Ordusu arasında silahlı faaliyet başladı.
Askeri faaliyetler Türkiye’ye yıllık olarak 10 milyar dolara malolmuştur. Kürt sorununa çözüm halen bulunamamıştır.
Türkiye Miğfer Devletler’in kaçınılmaz mağlubiyetlerine kanaat getirince Almanya ve Japonya’ya savaş açtı. Bu açık sembolik hareket Türkiye’ye BM’nin kurucuları arasında yer alma olanağı sağladı. Fakat uluslararası prestijini büyük oranda kaybetti. Özellikle SSCB ile ilişkileri kötüleşti.
ALMANYA
İlköğretim Yardımcı Yayını Coğrafya Atlasında;
-Kuzeydoğu Anadolu Bölgesi “Armanisches Hochland” (Ermeni Dağlık Alanı) olarak gösterilmiş,-Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin bir kısmı “kürdistan” olarak gösterilmiş,-Haritanın Kıbrıs’ı gösteren kısmında “Türkiye tarafından işgal edilmiştir.” yazmaktadır.
İlköğretim Coğrafya Kitabında;
Bir halk milliyeti için savaşıyor (Kürtler). 5000 yıldır yaşadıkları bölgede Osmanlı ve Perslerin değirmen taşları arasında kalmışlardır. Onların bölgesi Birinci Dünya Savaşı’nda birçok ülkeye paylaştırıldı. O ülkelerden hiçbiri Kürtlere bağımsızlık ya da dil özgürlüğü vermedi. Bölgede petrol olması durumu gerginleştiriyor. Kürtlerin bağımsızlığı hedefleyen tüm girişimleri Türkiye ve Irak tarafından çoğunlukla kanlı bir şekilde bastırılmıştır.
İlköğretim Coğrafya-Çevre Bilgisi Kitabında;
(Kürtler) 16-20 milyonluk bir topluluktur. Türkler bölgeye gelmeden önce de burada yaşıyorlardı. Toplam beş bölge ülkesinde yaşayan Kürtler devlet kurma arzusundadırlar. Türkiye ve Irak’ta, askerler ve Kürtler arasında silahlı çatışma olmaktadır. Türk Askerleri aileleri bölmekte, işkence yapmaktadır.
İlköğretim Tarih-Coğrafya Kitabında;
-Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu Bölgesindeki bazı iller “kürdistan”,-Karadeniz Bölgesi’ndeki Canik Dağları “Pontus Gebirge” (Pontus Dağları) olarak gösterilmiştir.
İlköğretim Coğrafya Kitabında;
-Kuzeydoğu Anadolu Bölgesi “Armanisches Hochland” (Ermeni Dağlık Alanı),-Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin bir kısmı “kürdistan” olarak gösterilmiştir.-Kıbrıs’ı gösteren kısmında “Türkiye tarafından işgal edilmiştir.” yazmaktadır.İlköğretim Coğrafya – Atlas Yardımcı Yayınında;Haritada Türkiye-İran sınırı kürdistan olarak gösterilmiştir.
İlköğretim Tarih – Coğrafya Kitabında;
Ermenilerin Rus ordusunu desteklemesinden korkan Osmanlı İmparatorluğu onları göç ettirmeye başladı. Gerçekten de ulusal bağımsızlığı için mücadele eden Ermeniler vardı.
Göç oldukça kanlıydı; yüz binlerce Ermeni göç yolunda açlık ve yorgunluktan, kervanları soyan göçebelerin baskınlarından hayatlarını kaybettiler. Bu halkın ölüme terk edilmesi Talat Paşa Hükümetinin saf Türk ya da saf Müslüman Anadolu oluşturma hedefinin bir işaretiydi.
İlköğretim Tarih – Coğrafya Kitabında;
Ermenilerle ilgili: Türkler tarafından 1914-1918 yılları arasında soykırım yapılmıştır. Sevr’de garanti edilen bağımsız Ermenistan oluşturulamamıştır.
Ermenilerin topraklarının büyük kısmı Türkiye’de kalmıştır.
İlköğretim Tarih Kitabında;
Kürtlerle İlgili: Türkiye’de resmi olarak Kürt yoktur, bunun yerine “Dağlı Türkler” vardır. Kürdistan Kürtlerin yaşadığı bölgedir. Burası Türkiye, İran, Irak tarafından paylaşılmıştır.
İlköğretim Hayat Bilgisi Kitabında;
Türkiye ile İlgili: Konuşulan resmi dil Türkçe ve Kürtçe’dir. Yönetim şekli 1982’den bu yana cumhuriyettir.
İlköğretim Tarih – Coğrafya Kitabında;
Kürtler, Türkiye ve Irak yönetimiyle çatışma içinde ve birçok insanlarını kaybetmiş durumdadırlar. Su sorunu çözülmeden bölgedeki Kürt probleminin de çözülmeyeceği ortadadır.Irak rejiminden kaçan Kürtlerden 6700 kişi Türk sınırında, kirli su ve buna bağlı hastalıklardan dolayı öldü.
Haritada: Halen Kürtlerin yaşadıkları bölgeler,Planlanmış kürdistan (Sevr’e göre),Bağımsız kürdistan cumhuriyeti (1946-1947) olarak gösterilmiştir.
İlköğretim Sosyal Bilgiler Kitabında;
Türkiye Cumhuriyeti milliyetçilik temelinde kurulmuştur. Ülkede yaşayan herkes kendini Türk hissetmeli ve Türkçe konuşmak zorundadır. Fakat özellikle Doğu Anadolu’da çeşitli halk grupları geleneksel yapılarını koruyarak yaşamaktadır ve Türk Devleti’ni yabancı görmektedirler.Birinci Dünya Savaşı galipleri Kürtlere kendi devletlerini kurma sözü vermişti.80’li yıllarda Kürdistan İşçi Partisi’nin bağımsızlık savaşı şiddetlendi. İki cephe arasında kalan Doğu Anadolu halkı bunun acısını çekti.*** savaşçıları kadınları, çocukları öldürdü. Türk Ordusu iki binin üzerinde köyü tahrip etti. Türk Ordusu işkencecidir.
İlköğretim Coğrafya Kitabında;
Türkiye, bölgede yürüttüğü proje kapsamında (GAP) 21 baraj, 17 santralle her iki nehrin suyunu kendi ülkesine kullanacak. Birçok insan bu proje kapsamında yurtlarını terk edecek, iklim değişimi hastalıklara yol açacaktır.Kürtler Türk Hükümetinin baskısı altındadır, uzun zamandır bağımsızlık istekleri vardır.
İmla Klavuzunda;Eşanlamı Karşılığı türken = Vortäuschhen Sahtecilik yapmak, aldatmak.Sözlükte;Eşanlamı Karşılığı Türk = Manöver,Propaganda Manevra, abartma.Werbungtürken = Vortäuschhen Sahtecilik yapma, aldatma.Türken Bauen = Vortäuschhen Sahtecilik yapmak.
İlköğretim Coğrafya Kitabında;
İtalyanlar, Türkler ve Yunanlılar olmasaydı bizim ülkemiz ne yapardı? Kim bizim çöpümüzü toplar, caddelerimizi süpürür; büroları, hastaneleri, devlet dairelerini temizlerdi.
İlköğretim Sosyal Bilgiler Kitabında;-İstiklal Marşı sırasında gülmek yasaktır.
-Sınıflar kalabalık ve öğrencilere temizlik kontrolü (tırnak, mendil) yapılmaktadır. -Öğretmeler öğrencileri dövüyor. -Okullarda ezberci eğitim yapılmaktadır. -Sultan yerine gelen general tek eşli; eskiden erkekler dört kadınla evlenebiliyorlardı.
İlköğretim Tarih Kitabında;
Tarih dersi müfredatının “Savaş-Teknik-Sivil Halk” bölümünde, kapsanması mecburi olan konular içerisinde “İnsanlıktan Uzaklaşma” başlığı altında verilen “Savaşlardaki Dejenarasyon, Etnik Ayrımcılık, Toplu Katliam ve Soykırım” konusuna, sözde Küçük Asya’da (Anadolu’da) Ermeni nüfusuna yapılanlar soykırıma örnek olarak gösterilmiştir. Görsel öğrenme metodları olarak da mezarlıklar ve soykırım anıtlarının kullanılabileceği belirtilmiştir.
KOSOVA
İlköğretim Tarih Kitaplarında;
Kosova Savaşı’ndan sonra, Osmanlılar Arnavut topraklarını işgal ettiler. Evleri yakıp hayvanları ve diğer değer eşyaları yağmaladılar. Onlar Arnavut prensliklerini ellerinde tutmak için çocuklarını rehin aldılar. Bunların arasında Cerc Kastriot’da (İskender Bey) bulunuyordu. Osmanlı Türkleri 9 yaşındaki Cerc Kastriot'i rehin aldılar.60 yıl içinde Osmanlılar tüm Arnavut topraklarını işgal ettiler. Savaşın sonunda halk öldürüldü ve katledildi; Durs, İşkodra, Berat, Kruva ve Lej gibi büyük kentler köylere döndü. Osmanlı askeri kale, kilise, köprü ve diğer kültürel eserleri yıktılar. Bunlarla beraber çok sayıda değerli evrak da yok edildi.Osmanlı işgalinden önce Arnavutlar Hıristiyandı. Arnavutluk’un kuzeyinde Katolik mezhebi güneyinde ise Ortodoks mezhebi yaygın idi.
Osmanlı işgalinden sonra İslam dini yayıldı. Bu dini Osmanlı işgalcileri zorla yaydılar, İslam dinini kabul etmeyen Arnavutlar büyük vergiler ödemeye zorlandı. 200 yıl içinde İslam dinini nüfusun yarısı kabul etti. Arnavutlar üç farklı dine sahip olmalarına rağmen her zaman birlik içindeydiler. Onların en büyük düşmanı Osmanlı işgalcilerdi.Arnavutlar her zaman bilim ve eğitimden yana olmalarına rağmen Osmanlı yönetimi Arnavut dilinde eğitimin gelişmesini engelliyordu. Tüm baskılara rağmen Arnavutça eğitim veren okullar açıldı ve Arnavutça eserler yazıldı.“Yeniden Doğanlar” Arnavut dilinde eğitim yapan okullar açılmasına büyük önem verdi. Osmanlı işgalcileri eğitimin Arnavutça ile yapılmasına izin vermedi. Arnavut vatanseverleri büyük çabalardan sonra Osmanlı Hükümetinden Arnavutça eğitim veren okulların açılması iznini almayı başardılar.Arnavutça eğitim veren okulların açılması halkı memnun etti. Arnavutça eğitim, Arnavutluğun düşmanlarını korkuttu. Sultan, Arnavut okullarının kapatılmasını emretti. Askerler ve hainler eylemlere başladı. Okul müdürü ve öğretmenleri zehirlediler. Bazı öğretmenleri tutukladılar. Arnavut alfabesine sahip olanları ise ağır cezalara çarptırdılar.Arbria'nın işgali esnasında; Osmanlı askerleri önlerine gelen her şeyi yağmalayıp, yakıp yok ettiler, işgal edilen yerlerde Arnavut toprakları, sultan tarafından Osmanlı derebeylerine ve onlara hizmet için hazır olan yerlilere verildi. Bunlar, Osmanlı Devletinin yürüttüğü tüm savaşlara asker göndermekle görevlendirildiler.Osmanlılar tarafından işgal edilen topraklarda halkın durumu ağırlaştı. Arnavutlar iki vergi vermeye mecbur oldular; birini yerel derebeylere diğerini ise Osmanlı Devletine. Bu ağır şartlardan kurtulmak için binlerce Arnavut kırsal alandaki köylerini terk etti. Onlar, işgalci rejimin bulunmadığı serbest bölgelere, dağlara yerleşti. Osmanlı işgaline karşı ilk olarak Mati ve Debre hükümdarı olan Gjon Kastrioti ayaklandı.İtalya ve diğer Avrupa devletlerinde Hümanizm ve Rönesans devam ederken Arnavut toprakları Osmanlı işgalinde bulunuyordu. Durs, Şkodka, Tıvar, Prizren, Berat ve Leja gibi çok sayıda büyük Arnavut kentleri köye döndü. Drişti, Deya, Şurlahu ve Spinarica gibi kentler hiçbir zaman ayağa kalkamadı. Kentlerde az sayıda Arnavut kaldı. Bu kentlerde Osmanlı askeri kışlaları kuruldu. Osmanlı askerleri kentlerle beraber kaleleri, kiliseleri, manastırları ve yüzyıllar boyunca kültür mirası sayılan çok sayıda güzel binaları yıktılar. Çok sayıda tablo ve heykeller yok edildi veya kayboldu. Bunlardan çok az bir kısmı kurtuldu.1481-1506 yılları arasında Osmanlı işgali sırasında; binlerce Arnavut ailesi vatanlarını terk ettiler. Bunların büyük bir kısmı Güney İtalya'ya yerleşti. Onların büyük bir kısmı evlerine dönecekler diye dillerini ve adetlerini unutmadılar.26 Ağustos 1830'da Manastır'da, önceki suçlarının affedileceği ve hediye dağıtılacağı vaadiyle bir araya getirilen 500 Arnavut derebeyi öldürüldü.Olaylar Yunan askerlerinin düşündükleri gibi gelişmedi. Gerçekleştirdikleri devlet darbesi Türkiye'nin askeri müdahalesine yol açtı. Türkler, Kıbrıs'ın kuzey kısmını işgal edip bir Müslüman hükümet kurdu ve o dönemden sonra ada ikiye bölündü.
1478’de 150 bin kişilik Osmanlı Ordusu yeniden Kruva ve İşkodra'yı işgal etme girişiminde bulundular. II nci Mehmet komutasındaki Osmanlı askerleri iki yıl süren kuşatmanın ardından cephanesiz yiyeceksiz ve içeceksiz kalan Kruva'daki askerleri kaleyi teslim etmeye mecbur ettiler. Sultan teslim olmalarına karşılık kaleyi savunanlara özgürlük ve komşu ülkelere gidebilecekleri vaadinde bulundu ama sözünde durmadı. 16 Haziran’da kaleye giren Osmanlılar tüm erkekleri öldürerek kadın ve kızları köle olarak aldılar.Osmanlı işgalcileri, Arnavutların milli haklarını ihlal eden bir polis devleti rejimi uyguladılar. Vatansever öğretmenleri tutukladılar, okulları kapattılar, kitap ve gazetelerin basılmasını yasakladılar.
MAKEDONYA
İlköğretim Tarih Kitaplarında;
Yeniçeri ordusu 15 nci yüzyılda kurulmuştur. Başlangıçta bu ordu esir alınmış genç ve sağlam kişilerden oluşuyordu. Daha geç dönemlerde bu ordunun safları “kan vergisi (haracı)” olarak alınan Hristiyan çocuklarıyla dolduruldu.Reaya adıyla anılan esaret altına alınmış Hristiyan kitleler esas iş gücünü teşkil etmektedir. Bütün köylüler bağımlıdır ve reaya hiçbir imtiyaz hakkına sahip değildir. Sadece ağır yükümlülükleri vardır.Devlete karşı ana vergiler; haraç, hayvan vergisi, askerlik vergisi vs. şeklindeydi. En ağır vergi: “kan vergisi” yani devşirmedir. Hristiyanlar, yeniçeri askeri birliklerinin doldurulması için küçük ve sağlam çocuklarını vermeye mecbur tutuyorlardı. Kan vergisine karşı direniş çok büyüktür. Hristiyan halk bu şekilde çocuklarını Türkleştirmekten / Müslümanlaştırmaktan kurtarmak için değişik yöntemler kullanmışlardır.Osmanlı İmparatorluğundaki Hristiyan ahalinin durumu dayanılmazdı.Zulüm ve terör sıkça görünen vakalardır. İnsanların namusu ve onuruna el uzatılıyordu, kadınlar ve kızlar kaçırılıyordu.Doğu krizi döneminde Bosna-Hersek ve Makedonya’da ayaklanmalar meydana geldiğinde ve Sırbistan-Türkiye savaşı başladığında, 1876 yılında; Bulgaristan’da Türklere karşı güçlü bir ayaklanma başladı. Bu ayaklanma “Nisan Ayaklanması” olarak bilinmektedir. Türkler ayaklanmayı bastırmış ve 15 bin masum insanı öldürmüştür.Ejderhanın (Türklerin) öldürülmesi altyazısı olan Yunan kaynaklı bir karikatürde; Balkan İttifakı olarak: Sırp, Yunan, Karadağlı ve Bulgar, başında kavuğu olan bir ejderhayı öldürürken görülmektedir.Neguş ayaklanması sonunda; Neguş Kasabası Osmanlı askeri ve başıbozuklar tarafından ele geçirildi ve beş gün acımasız teröre, işkencelere ve yağmalamalara maruz kaldı. Bu esnada 1300 erkek öldürüldü ve çok sayıda köy yakıldı ve viran bırakıldı.
Meriç Savaşı’ndan sonra Osmanlılar Makedonya topraklarına kuzeydoğudan ve güneyden saldırmaya başladılar.Makedonya toprakları birçok derebey, küçük devletlere ve knezliklere bölündü. Hükümdarlar arasındaki geçimsizliklerden yararlanan Sultan 1nci Murat büyük bir direnme görmeden birçok Makedon kentini işgal etti. Çok sayıda Makedon askeri esir edilmiş, köle pazarlarında satıldı.Osmanlılar işgal ettikleri topraklarda genç ve sağlıklı çocukları topluyor, bunlara İslam dinini kabul ettirdikten sonra özel askeri eğitimden geçiriyorlarmış. Yeniçeri adlı piyade olarak savaşa katıyorlarmış.Yeniçeri askeri; kan vergisi yoluyla ele geçirilen ve sonradan İslamlaştırılan Hristiyan çocuklarından oluşan askerdir.Osmanlı işkencecilerine karşı en etkili silahlı halk direnmesi olarak, haydutluk hareketi; 19 ncu yüzyılda da gelişme kaydetmiştir.
Nyeguş ayaklanması merhametsizce bastırıldı. Bunun sonucu olarak, asker ve başıbozuklar beş gün boyunca şehri harabeye çevirdiler. Soygunculukla ellerine geçenleri alıp, cinayetler işlediler. 15 yaşından 65 yaşına kadar 1300 erkek katledildi. Otuz genç Nyeguşlu gelin çocuklarıyla birlikte Osmanlının eline düşmemek için; Nyeguş kentinden geçen Arasika Irmağının şelalesine atlayarak intihar etti. Birçok köy yakılıp coğrafya haritasından silindi.
ROMANYA
İlköğretim Tarih Kitaplarında;
Çok ciddi bir şekilde geri kalan Güneydoğu Avrupa acımasız bir devlet olan Osmanlı İmparatorluğu tarafından yönetilmekteydi. Osmanlı İmparatorluğu değişik hakimiyet şekilleriyle birçok halkın hakimi idi: Romenler, Sırplar, Yunanlılar, Bulgarlar.
Bağımsızlık için Osmanlıya ayaklanan Yunanistan, elde ettikleri başarıları acılarla ödedi. Türkler tarafından köle olarak satıldılar, patrik ve papazlar öldürüldü. Bu zulümler Avrupa kamuoyu tarafından eleştirildi ve Osmanlıya karşı savaşın başlamasına neden oldu.
(Türkler) Hunlardan Tatarlara kadar, yaptıkları yıkıcı baskınlarla, Roma ve Hristiyan Avrupa için, Hristiyanların günahlarına karşı tanrının gönderdiği cezanın sembolü oldular.Madde 2: “Yüksek Kapı” Valahia’ya iyi niyetle gitmeyen hiçbir Türk’ü affetmeyecektir.Madde 10: Hiçbir Osmanlı, cinsiyeti ne olursa olsun, Valahia’da doğmuş olan hiçbir kimseyi köle olarak almayacak, Romen topraklarına Müslüman camisi yapılmayacaktır.
SIRBİSTAN
İlköğretim Tarih Kitaplarında;
Osmanlılar'ın işgalinden bahsedilmekte, Türklerin Hristiyanlar'dan kafir olarak bahsettikleri ve eşit muamele yapmadıkları, Sırpları sömürdükleri, baskı altında tuttukları, mallarına el koydukları, birçok vergiler uyguladıkları; başlangıçta Osmanlıların çok güçlü olmasından dolayı Sırp halkının karşı koyamadığı, Osmanlının işgal ettiği, yağmaladığı; 16 ncı yüzyılın sonunda Osmanlının ekonomik yapısının bozulmasından sonra, şiddet ve yağmacılığın daha da arttığı, idari yapıda bozukluklar meydana geldiği; işgal altındaki Sırp halkının ancak hayatını devam ettirebildiği; sosyal, kültürel ve ekonomik gelişmenin durduğu; bazı Hristiyanların Müslümanlığı kabul ettiği, bunların çoğunlukla göçebe olan Güney Slavlar olduğu ve Bosna-Hersek’te bulundukları, Müslüman olduktan sonra bazı adetlerini ve dillerini korudukları fakat dini bağlarla sıkı sıkıya bağlandıkları Osmanlıları destekleyerek kendi ırklarına karşı düşman oldukları ifade edilmektedir.
Türkler, paralı piyade (yeniçerileri) oluşturmuşlardır. Yeniçeriler, Osmanlılara yenilen milletlerden alınan çocukların, askerlik sanatını öğretmeleri ve Müslüman yapılmalarıyla oluşan bir yapılanmaya sahipti. Yeniçerilik, Sultanlar tarafından Hristiyanlara yüklenmiş olan Kan Vergisiydi. Türkler, bu iki Sırp'ı keserken orada olan İlija KOLARAC şöyle anlatmıştır: "Cellat, Prens Sima'yi keserken boynunu bir vuruşta kesemedi, birkaç defa vurdu. Prens, yiğitçe “Kes! Allah aşkına...” Kılıcı bekleyen ve bağlanmış olan Yüzbaşı DRAGİÇ bağırdı... O anda başka bir Türk koşup gelmiş ve DRAGİÇ'in kafasını uçurmuştur....
"Vergiler iki katına çıkarılmış, Dayılar, yükselttikleri bütün Sultan gelirlerine (haraç, vergi, çubuk, gümrük) el atmışlardır. Haraç, iki ve üç katına çıkarılıp vergi, 15'ten 25-35 grosa yükseltilmiştir.Diğer vergiler de yükseltilmiştir. Bundan başka dayılar, subaşıları kendi isteklerine göre yargılamış; halkı dövmüş, öldürmüş, aşırı vergi almış, atları, silah ve hoşlandıklarını yağma etmişlerdir.
Kanunsuzluk ve acımasızlıkla dolu olan bu yönetim, Belgrad Paşalığında halk ve Türk yöneticileri arasında çarpışmalara sebep olmuştur.Halkta telaş ve ayaklanma hazırlıkları hisseden Dayılar, ayaklanmayı bütün önemli milli önderleri öldürmekle önlemeye karar vermişlerdir. İlk yakalananlar arasında Prens ALEKSA, İlija BİRCANİN ve Milovan GRBOVİÇ idiler. Foçalı Mehmet Ağa'nın emriyle, Prens ALEKSA ve İlija BİRCANİN, 23 Ocak 1804 tarihinde, Valjevo şehrinde, halkın gözlerinin önünde kesilmişlerdir.
ERMENİSTAN
İlköğretim Tarih Kitaplarında;
Birinci Dünya Savaşı Kafkas Cephesinde, Başlangıçta; Türkler büyük başarılar elde ettiler. Orada yaşayan Ermenileri, Yunanlıları, Asurluları katlettiler...
İlk olarak Osmanlı Ordusundaki Ermenilerin ellerinden silahlarını aldılar ve onları yok ettiler. Ermenilere yolların inşası, barikatların kurulması ve yüklerin taşınması gibi en ağır işleri veriyorlardı. Sonra da askerler ya da polis onları ellişerli-yüzerli gruplar halinde götürüp katlediyordu.
İkinci adım; önde gelen Ermenileri (doktor, öğretmen, din adamı, parti üyeleri vs) hapsedip yok etmekti. Ermenileri düşünen beyinlerden mahrum bırakıyorlardı. Ekseriyetle 18-45 yaş arasındaki genç Ermeni erkekleri sürgüne gönderiliyor ve yok ediliyordu. Kadınlar, çocuklar ve yaşlılar ise mecburi göçe ve katliama maruz kalıyordu.
Ermeni halkının göç ettirilmesi ve katliamı 1914 sonu ile 1915 ilkbaharı ile başlar. Türk Devleti Ermeni ahalisini Ortadoğu’nun çöllerine sürgün ediyordu. Sürgün süresince Ermenilerin neleri varsa talan ediliyordu. Güzel kadınlar ve kızlar Müslümanların haremine götürülüyordu. Kürtlerin, çetelerin, polis ve askerlerin saldırılarına maruz kalıyorlardı. Yola devam edemeyenler öldürülüyordu.Sürgün yerine, sürgün edilenlerin %10’u ulaşıyordu; örneğin Trabzon’dan kovulmuş 3000 Ermeniden Halep’e 35 kişi ulaştı. Kalanı öldürüldü, ya da açlıktan, susuzluktan ve çeşitli hastalıklardan öldü. Güney şehirleri köle pazarlarına dönüşmüştü. Buralarda Ermeniler çok ucuza satılıyordu.Katliamlardan kurtulmak için çok sayıda Ermeni yurtlarını kendileri terketti. Kasım 1914’ten 1916’ya dek çoğunluğu kadın ve çocuk yüzbinlerce Ermeni, Rusya’ya, Doğu Ermenistan’a göçtüler. Katliamlar ve sürgün nedeniyle Batı Ermenistan, asıl sahibinden yani Ermeniler’den mahrum kaldı. (İstanbul ve İzmir’de yaşayan Ermeniler’in tamamı sürgün edilmedi.)
1915-1918 yılları arsında Jön Türklerin siyaseti soykırım olarak adlandırılmalıdır. Çünkü onların amacı Ermeni Milletinin kökünü kazımaktı. Osmanlı Türkiye’sinde yaşayan 2,5 milyon Ermeniden 1,5 milyonu öldürüldü ya da açlıktan, çeşitli hastalıklar yüzünden öldü. 200 bin Ermeni zorla Türkleştirildi. Vahşiler, imparatorluğun 66 şehir ve 2500 köyünün Ermeni ve Hristiyan halkını yok ettiler. 2350 kilise ve manastır, 1500 okul talan edildi ve yıkıldı. Osmanlılar; bankalardaki paralarına, onlara ait topraklara, çiftliklere, menkul ve gayrimenkullere el koydu.Türkiye tarafından, Ermeni sorununun çözümlenmesi amacıyla 1915-1923 yıllarında yapılan Ermeni soykırımının tanınması Ermeni milleti için prensip anlam taşımakladır. Soykırım olayının tanınmasıyla; Ermeni milletinin toprak taleplerinin ve uğratılan zarar tazminatının tanınması konuları ortaya çıkmaktadır.
GÜRCİSTAN
İlköğretim Tarih Kitaplarında;
Transkafkas sınırında Türklerin egemenliği olduğu sürece Gürcistan’da barış garanti değildi. Davit, Ağmaşenebeli komşu, kardeş ülkeleri (Ermenistan ve Şarvan’ı) Türklerden kurtarma mücadelesinde teşvik etti. Şarvan için uzun süren savaş 1124 yılında Gürcülerin zaferiyle sonuçlanmıştır.
1124 yılında Ermenilerin başkenti Anisi’nin ileri gelenleri gelip Kral Davit’ten şehirlerini Türklerden kurtarmak üzere yardım istediler. Üç gün süren savaşta Gürcü ve Ermeniler birlikte Anisi’nin Müslümanlarını yendiler.15 nci yüzyılın sonunda parçlanmış Gürcistan zor durumdaydı. Batıda Gürcistan’ın komşusu çok güçlü ve agresif Osmanlı Devleti oldu. Osmanlılar uzun savaşlar sonrası Gürcistan’ın eski komşusu Bizans’ı feth ettiler. 1453 yılında Konstantinepol’ü ele geçirdiler.
Kuzey ve güney Karadeniz sahillerini de feth ederek Gürcistan sınırlarına dayandılar. Böylece Gürcistan’ın batı ile olan bağları tamamıyla kopmuş, Barbar Osmanlı Devleti ile komşu olunmuştur.Osmanlıların teşviki ile Batı Gürcistan’da esir ticareti (yerel nüfusun yurtdışı pazarlarında, özellikle Osmanlı İmparatorluğunda, köle olarak satımı) gelişmekteydi.
SURİYE
İlköğretim Coğrafya Kitabında;
Toroslar’ın güneyinde yer alan Türkiye toprakları (Mersin ve Hatay) Suriye toprakları olarak gösterilmektedir.Osmanlı İşgali yaklaşık 400 yıl sürmüştür. Araplar, ülkelerinin hürriyetini çok sayıda şehit vererek sağlamışlardır. İngiliz ve Fransız işgalleri ise Suriye’nin kuzey bölgelerinin ve İskenderun sancağının zorla koparılmasına yardım etmiştir.Suriye ovalarının en genişi olan bu ova, Toros Dağları eteklerinden başlar ve Fırat Vadisi’ne kadar uzanır.105 nci sayfada "Suriye Nehirler Haritası"nda; Hatay, Suriye'ye dahil olarak gösterilmekte, Toros dağlarının güneyinde kalan bölge zorla koparılmış bölge olarak belirtilmektedir. 107 nci sayfada; "Asi Nehri" iç sular arasında sayılmaktadır.Fırat ve Dicle Nehirleri için "Ermeni yükseltilerinden doğmaktadır." açıklaması bulunmaktadır.
İlköğretim Tarih Kitabında;
Türkiye, nüfus çoğunluğunun Türklerden oluştuğu bahanesiyle İskenderun Sancağı’nı istiyordu. Fransa'da İkinci Dünya Savaşı’nda Türkiye'nin İtilaf Devletleri safında yer almasını sağlamak maksadıyla bu konuda Türkiye'yi cesaretlendiriyordu.Sorun Milletler Cemiyeti’ne götürüldü. Cemiyet, nüfusun bu konudaki arzusunu belirlemek maksadıyla uluslararası bir komisyon gönderdi ve İskenderun Sancağı’nın Suriye'den ayrılarak, kendi egemenliğine sahip bir devlet olmasına, ancak dış ilişkilerde Suriye'ye bağlı kalmasına, Arapça ve Türkçenin resmi dil olarak kabul edilmesine karar verildi. Bu karar sancakta bulunan Arapların karşı koyması ve protestosu ile karşılandı ve her türlü takdire layık bir Arap mukavemeti oluştu. Fransa'nın sorunun Arapların lehine çözülmesine yardımı gerekirken, 23 Haziran 1939'da birliklerini İskenderun sancağından çekti ve Fransız birliklerinin yerini Türkler aldı. Vilayeti Türk Devletinin bir parçası haline getiren bu harekete muhalefete rağmen, İskenderun Sancağı Türk Devleti tarafından işgal edildi.
İlköğretim Coğrafya Kitabında;
“Tabiat Özellikleri” bölümünde “Başlıca orta seviyede yükseltiler; doğuda Ermeni yükseltileri, batıda Anadolu yükseltileridir.” 137 nci sayfada aynı konuda “Ülkede başlıca iki sıradağ uzanmaktadır: Bunlar kuzeyde Pontus Dağları, güneyde Toros Dağları’dır.” Açıklamaları yer almaktadır.İlköğretim Tarih Kitabında; Osmanlı Devleti ilim ve irfan devleti değil, bir savaşlar devleti olmuştur. Aynı zamanda yenilikçi ve planlı bir devlet olmamış, hareketsiz ve karışık bir devlet olmuştur. Bu ve benzeri bir çok sebeple Araplar Osmanlı işgali döneminde iktisadi olarak gerilemiştir.
ÜRDÜN
İlköğretim Coğrafya Kitabında;
Şematik olarak Arap dünyasının yağmur dağılımının gösterildiği bir haritada, Hatay’dan İskenderun ili olarak bahsedilmekte ve Suriye sınırları içinde gösterilmektedir.
İlköğretim Tarih Kitabında;
...İttihatçılar Şam'da bulunan Türk Ordu Komutanı olan Zeki HALEPİ Paşayı görevinden aldılar, bunun nedeni Zeki Paşanın Arap asıllı olmasıydı , onun yerine ittihatçı olan Cemal Paşayı göreve koydular, Cemal Paşa Araplara karşı çok yanlış politikalar uyguladı, Cemal Paşa aşırı güç ve şiddet kullandı, milletin mahsullerine el koydu, yeni vergiler uyguladı. Cemal Paşa bütün bunları Osmanlı Ordularının takviyesi için yaptı, çok sayıda Arap ailesini Anadolu'ya sürgün olarak gönderdi. Osmanlı Ordusunda hizmet veren Arap birliklerini tenha cephelere yolladı , bununla yetinmeyip Ağustos 1915 ve Mayıs 1916 tarihlerinde çok sayıda milliyetçi Arap’ı Şam ve Beyrut'ta astı.
İlköğretim Coğrafya Kitabında;Türkiye'nin Fırat Nehri üzerine dünyanın en büyük barajını yapması, Suriye ve Irak'a Fırat Nehri’nden giden suyun miktarını azaltmıştır. Türkiye bununda ötesine giderek suyun bazen petrolden daha pahalı olabileceğini açıklamıştır.
İlköğretim Tarih Kitabında;
Bölgede çıkartılan Arap isyanlarının nedenlerinin, Osmanlı askerlerinin ve yönetiminin halka kötü davranması, özellikle kadınları çalıştırması ve onlara kötü muamele yapması, aşiret şeyhlerine verilen paraların verilmemesi ve vergilerin artırılması olduğu yer almaktadır.
UKRAYNA
İlköğretim Tarih Kitaplarında;
Sırbistan ve Bulgaristan ile savaşan Bizans İmparatorluğu, bazen Osmanlılardan yardım istemekteydi. Türkler, boğazdan geçerek Balkan yarımadasına yağmacı akınları düzenlemeye başlamışlardır. Tarihçiler akınları şöyle değerlendirmektedirler: "Hırıstiyanlardan bazıları katledilmiş, bazıları da esarete alınmış, kalanlar ise açlık nedeniyle kitlesel olarak ölmekteydi
."Türklerin askeri kuvvetleri, Avrupa ülkelerinin ordularından sayısal olarak fazlaydı. Sultan ordusunun ana unsuru olan müteaddit süvari birikleri, sultandan hizmetleri karşılığında toprak alan askerlerden oluşmaktaydı. sultanın emrinde daimi piyade gücü de vardı: Yeniçeriler. Türkler, fethettikleri ülkelerde en güçlü erkek çocukları esarete alıp kendilerine Müslümanlığı kabul ettirmekte ve Hrıstiyanlara karşı kinle yetiştirmekteydi. Bu çocuklar, sultandan cömert maaş almakta ve hükümdarlarına sadakat göstermekteydi. 1453 yılında Bizans İmparatorluğunun varlığına son verilmiştir. Sultan, yağmalanmak üzere şehri üç günlük süre için askerlere devretmiştir. Muhafızların büyük kısmı katledilmiş, yaklaşık 60 bin insan köleliğe satılmıştır. Sultan büyük bir törenle şehre girmiştir. Kendisi Aya Sofya Kilisesi’ni ziyaret ederek bunun cami haline getirilmesini emretmiştir. Türkler tarafından İstanbul olarak adlandırılan Constantinopol, Osmanlı Devletinin başkenti olmuştur.Osmanlı İmparatorluğunun halkları, fatihlerin sert zulmüne maruz kalmışlardır. Müslüman olmayan her erkek, yaşından bağımsız olarak hazineye kişi başına belirli bir vergiyi ödemek zorundaydı. Bunun dışında Müslüman olmayanlar, kale, yol, köprü ve camilerin inşaatında ücretsiz olarak çalışmak zorundaydılar. Kendilerine at sürmek, silah taşımak veya Türklerden daha yüksek evleri yapmak yasaklanmıştır.Vergi ödemekle yükümlü nüfus, Osmanlı derebeyleri tarafından aşağılatıcı şekilde "raya" (sürü) olarak adlandırılmıştır.
Sultan tarafından askerlerine hizmetleri karşılığında verilen topraklarda, yerel köylülerin toprak sahibi lehine de bazı çalışma yükümlülükleri mevcuttu.Fatihlerin sert zulmüne rağmen Slav halkları, kültürünü, adetlerini ve dillerini muhafaza edebilmişlerdir.1535 yılında l nci Fransisk; Hristiyanların en korkunç düşmanı olan l nci Süleyman ile anlaşma yapmıştır. Fransa için elverişli ticaret anlaşmaları imzalanmış: Fransızlar, Osmanlı Imparatorluğuyla yapılan ticaret alanında bazı kolaylıklar elde etmiş, tüccar mülkiyetinin dokunmazlığı vaad edilmiş, Fransız gemilerinin tutuklanmaları ve denizcilerinin köle olarak satılması yasaklanmıştır.Müteakip yıl Fransa, Gabsburg'lara karşı müşterek hareketler konusunda Osmanlı Imparatorluğuyla mutabakat sağlamıştır.
V nci Carl'ın l nci Fransisk'ı "dinsiz köpekle" (Osmanlı ile) ittifak kurmakla suçladığı zaman Kral şu şekilde cevap vermiştir: "Sürümün kurt dişlerine düşmesini önlemek üzere köpeğin yardımından yararlandım ...
- Eh bizim bazı Osmanlı karalayıcı TÜRK geçinen yazarlarımızın yanında bunlar pek sönük kalsa da ! yine de insan demeden geçemiyor '' Bizde asıl zalimler böyle anlatılmıyor da bunların ne haddine ? '' Eh, unutmamak gerekir ki zamanında Osmanlı'ya karşı Haçlı Birliklerinde savaşanları Papa, '' Aziz '' kabul ediyordu ...
AZİZLER HALEN DE YOK DEĞİL... HATTA KANIMCA, DAHA DA FAZLA (!) .
4/03/2008
* Osmanlı Kronolojisi
* BU MİLLETLE DÜNYA FETHEDİLİR...
İstanbul henüz fethedilmemişti. Edirne'de bulunan sultan Mehmed , bir yandan fetih hazırlıkları yapıyor, diğer yandan halkının durumunu kontrol ediyordu. Ona göre önemli olan milletin birlik ve beraberliğiydi. Bir sabah kılık değiştirip pazara çıktı. Atılan malların kalitesini, fiyat durumunu ve esnafın halini kontrol etmek için, Edirne'nin çarşılarını kontrol etmeye başladı.
Sultan Mehmed, sokağın başındaki ilk dükkana gird,. Selam vererek:
- Bana yarım batman yağ, yarım batman bal ve biraz da peynir veriniz,dedi.Müşteriyi güler yüzle karşılayan, dükkan sahibi selamı alıp memnuniyetle yarım batman yağı tarttı. Yağı verirken karşısındakinin bir padişah olduğundan habersiz konuştu:
- Ağam, dilerseniz size bal ve peyniri de verebilirim.Ancak ben bu yağı satark siftahı yaptım.Diğer isteklerinizi de henüz siftah yapmamış olan karşı komşudan alırsanız çok memnun olurum.
Bu duruma içten içe sevinen padişah, yağın parasını ödedikten sonra karşı dükkana geçti.Buradan da yarımşar batman bal ve peynir istedi.Dükkanın yaşlı sahibi balı tarttıktan sonra :
- Allah'a şükür sayenizde bugün de siftah ettik.Ancak sizde ricam peyniri benden değil de şu yandaki dükkandan almanız. O henüz siftah etmedi, dedi.
Yaşadıklarından çok etkilenen Sultan Mehmed, yan dükkana geçip alışverişini yaptıktan sonra :
-'' Bu millette bu yüksek ahlak olduktan sonra, değil İstanbul, bütün dünya fethedilir '', deyip mutlu ve memnun olarak çarşıdan ayrıldı ...
**- CAMEL Sigarası Üzerindeki Devenin Anlamı !
Porter kaptanlığında bir gemi Marmara Denizi'nden giriş yapar İstanbul Boğazı’na.
Tophane açıklarında demirleyen bu gemi tüm İstanbul’un ilgi odağı olur. Geminin İstanbul’a geldiğini duyan herkes, ama herkes Tophane'ye doğru koşar.
Neden mi? Bunun nedeni geminin direğine asili bayrak. Evet, öyle bir bayraktır ki bu; üstünde çok ama çok sayıda yıldız vardır ve İstanbul’ u bu kadar yıldızı bir bayrakta ilk kez bir arada görmektedir.
Tahtta dönemin padişahı Sultan Abdulmecid oturmakta. Abdulmecid, saray penceresinden şöyle bir bakar limana:
-Lala bu gelen kim ola?
-Devletlim, Amerika Birleşik Devletleri derler namına.
Abdulmecid şaşırır;
-Tek başlarına gemi alamamışlar da, birleşmişler de mi almışlar? Kim bu Amerika? Ne isterler bizden? Neden geldi bir savaş gemisi, David Dixon Porter kaptanlığında İstanbul’a?
O yıllarda mavi ceketliler, yani Amerika süvarileri kararlı. Kızılderililerin işini bitirecekler ve o yıllarda Kızılderili direnişi Amerika'da iç bölgelere, yani çöllere çekilmiş ve Amerikalılar Kızılderililerin işlerini bitirecekler ama atlar çölde gitmiyor!!!
Ne gider bu çölde? "çölde giden bir hayvan olsa, Kızılderililerin isini bitireceğiz" derler ama öyle bir hayvan yok ki!
Biri çıkıyor diyor ki:
-Efendim çölde giden bir hayvan var.
- Nedir?
-Deve
-Ne?
-Deve
Güneşi yeni doğan Amerika süvarileri kararlıca hemen araştırmaya koyulurlar : ''Kimde vardır bu deve gidip alalım''
O zamanlar Afrika'da da söz sahibi olan ceddimizin, Osmanlı'nın izine ulaşırlar ve 30 adet tanımadıkları az-buz inceleyip işlerini görme hususunda olumlu şeyler işittikleri develerin alınmasına karar verilir.
David Dixon Porter o 30 deveyi satın almak için hazır gemi ve mürettebatıyla gelir cihan başkenti İstanbul’a. Sultan Abdülmecid isteklerini ve kim olduklarını! ( Dikkatinizi çekerim -o yıllarda biz Amerika’yı, Amerika ise deveyi tanımıyor.- Dünya bir zamanlar böyle bir yermiş! ) öğrendikten sonra huzuruna kabul eder ''Mavi Ceketlileri'' ve görüşme sonrası Amerika'ya 30 deve tahsis edilmesi kararı çıkar.
Abdulmecid Han'da şahsı adına 2 deve hediye eder '' Belli olmaz bakarsın bizim de bunlara işimiz düşer Olmaz ya !! '' diyerekten ...
Abdulmecid 'in de hediye ettiği 2 deve ile birlikte tam 32 deve ile David Dixon Porter kaptanlığındaki ABD savaş gemisi Marmara Denizinden ayrılır. İşte bu da bizim tarihimizde Amerika Birleşik Devletleri'ne ilk ve tek silah yardımımızdır.
Öyle ki Amerika, Kızılderilileri yok etmeyi(!) başarıp ameline ulaşır. Osmanlı Devleti ile ilişkileri zamanla ilerler.
Ve bu deve daha sonraları Türk-Amerikan tütünü ile imal edilen bir sigara paketinin üzerinde yerini alır.
Yani;
CAMEL Osmanlı'nın Amerika'ya satmış olduğu, Amerika’nın tanımadığı DEVE ...
Osmanlı'da Yabancı Devletlerin Açtırdığı Okullar
FRANSIZ OKULLARI
- Saint
- Benoit Fansız Okulu Saint -
- Georges Fransız Okulu Saint
- Louis Dil Oğlanları Koleji Saint
- Pierre Fransız Okulu Nötre Dame De Sion Fransız Kız Lisesi Saint Pulcherie Fransız Okulu Saint
- Josep'n Fransız Koleji Saint
- Esprit Fransız Okulu İmmacule Conception Fransız Okulu
AMERİKAN OKULLARI
Harput Amerikan Koleji Robert Koleji
İstanbul Amerikan Kız Koleji
Merzifon Amerikan Koleji
İTALYAN OKULLARI
İtalyan Kız Ortaokulu (Ağahamamı Kız Ortaokulu)
İtalyan Kız Ortaokulu
Büyükdere İtalyan Okulu (R. Scuole Femminiledi Büyükdere)
Santa - Maria İtalyan Okulu (Büyükdere)
Bakırköy İtalyan Okulu
Yedikule İtalyan Okulu
İtalyan Erkek Okulu (R. Scuole Elementare Maschile)
Beykoz İtalyan Okulu
Sainte - Marie İtalyan Okulu (Beyoğlu)
Sacre Cour İtalyan Kız Okulu (Yeşilköy)
Bartelemeo Giustiniani İtalyan Okulu
San - Pietro İtalyan Kız Okulu (Galata) İ
talyan Kız Okulu (Kadıköy)
San - Pietro Okulu (Kadıköy)
Anadolu'daki Amerikan misyonerler 1891'e kadar 9 kolej kurdular. Bunlar;
İstanbul'da Robert Koleji (1862),
Beyrut'ta Beyrut Üniversitesi (1864),
İstanbul'da Amerikan Kız Koleji (1873),
Antep'te Merkezi Türkiye Koleji (1876),
Harput'ta Fırat Koleji (1878),
Maraş'ta Merkezi Türkiye Kız Koleji (1882),
Merzifon'da Anadolu Koleji (1886),
Tarsus'ta Paul Enstitüsü (1888)
İzmir'de Uluslararası Kolej (1891).
Anadolu'daki beş Amerikan Kolejinin ana taşıyıcıları Ermeniler'di
* Yeniçerilerin Kıyafeti Yeter ...
19. yüzyılda Almanya'nın Mülhaym şehrindeki Ren nehrinin bir yakasında Almanlar, öbür yakasında da Fransız’lar oturuyordu.Fransızlar, her sene nehrin karşı kıyısına geçiyor, Almanlara âit topraklardaki mahsûlün tümünü toplayıp götürüyorlardı.O sıralarda, birliğini henüz te’mîn edememiş olan güçsüz Almanlar ise buna fazlaca ses çıkaramıyorlardı.
Ancak bu durum her yıl bıkkınlık verecek derecede sürünce, Almanlar çâreyi Osmanlı sultanına durumu yazıp, imdât istemekte bulurlar ve sultâna bir mektup gönderirler.Mektupta şöyle denilmektedir:
“Fransızlar her sene bize zulmediyor, mahsûlümüzü elimizden alıyorlar. Siz ki, dünyâya adâlet dağıtan bir imparatorluğun sultânı, İslâmiyet’in de halîfesisiniz. Bizi bu zulümden kurtarın. Asker gönderin. Ürünlerimizi bu sene olsun toplama imkânı sağlayın.”
Osmanlı’nın iç ve dış sorunlarının had safhada olduğu bir zamâna denk gelen bu yardım isteğini inceleyen pâdişâh asker göndermeyi mümkün ve gerekli görmez; yalnızca asker elbîsesi göndermeyi kâfî bulur. Yardım isteğini bildiren mektuba cevâbî bir mektup yazılır. Bu mektupla birlikte içi asker elbîsesi dolu üç çuval da Almanlara yollanır.
Şaşkına dönen Almanlar, çuvalları alıp mektubu okurlar: Mektupta şunlar yazmaktadır:
“ Fransızlar korkak ademlerdir. Onlara yeniçeri göndermemize gerek yoktur. Yeniçerimizin kıyafetini görmeleri kâfîdir. Çuval içindeki Osmanlı askerinin elbîselerini adamlarınıza giydirin. Bu adamları mahsûl zamânı, nehrin görülecek yerlerinde dolaştırın. Karşıdan gören Fransızlar için bu yeterlidir.”
Bağ bahçe sâhipleri hemen Osmanlı askerinin kıyâfetlerini kapışırlar. Hasat vakti geldiğinde giydikleri bu yeniçeri kıyâfetleriyle ve büyük bir heyecanla, nehir kıyısında dolaşmaya başlarlar.Ertesi gün, nehrin karşı yakasından gelen haber, Alman’ların sevinç çığlıkları atmalarına sebep olur:
“Almanlara Osmanlılar'dan imdât geldiğini zanneden Fransızlar, korkudan, köylerini dahi terk ederek iç kısımlara doğru kaçmaktadırlar. Mahsûlünüzü rahatça toplayabilirsiniz. Zulüm sona ermiştir.”
Bu hadise, Mülhaym’lıların gönüllerinde taht kurar.Giydikleri yeniçeri kıyâfetlerini, daha sonra Mülhaym'a bağlı Karlsruhe müzesine koyup ziyârete açarlar. Şehrin en yüksek binâsına da Osmanlı bayrağı asarlar. Ayrıca, hâlen olayın yıldönümünde şehirde bir karnaval düzenleyip hadiseyi temsîlen kutlarlar.
Bu olay, Osmanlı'nın sâdece birkaç yeniçeri kıyâfetiyle Alman’ları Fransız’ların elinden ve talanından nasıl kurtardığını anlatan, mâziden kalma, pırlantalarla resmedilmiş bir tablo gibidir. Hani insanın içinden geçmiyor da değil; Neymişiz ne olmuşuz...
EY OSMANLI EN DÜŞKÜN HALİNLE BİLE OLSA BİZ TORUNLARA O ULU. O DÜNYAYI GÖLGESİNDE FERAHLATAN ELİNİ UZATSAN... RAZIYIZ.RAZIYIZ.RAZIYIZ ...